30 Ekim 2008 Perşembe

Avcılık devamı >>

Avcılık

Faydalanma esası ise, birincil olarak protein ihtiyacı; takip eden sıralamada ise; post, tırnak, kemik gibi yan unsurların ve bunların geliştirilmesi ile araç olarak kullanılması şeklinde önümüze çıkmakta.

Bu temel bilgi bize aynı zamanda, kişinin ve/veya topluluğun güvenliği dışında söz konusu faydalanmanın olamayacağı canlı türlerinin doğal olarak avcılığının veya daha yalın bir tanım ile doğadan toplanmasının yapılmadığını bize gösteriyor.
Doğaldır ki, bu faza gelinene değin, deneme-yanılma yolu ile fayda sağlayamayacak bir çok tür de nasibini almış olsa gerektir.
Ancak, gelişen tarihsel süreç içersinde bu dengeli bir düzene oturmuş olsa gerektir.
Bu sebeple şömine üzerine asma veya bacağından şemsiyelik yapma amaçlı bir öldürme faaliyeti, çağımızda sadece psikiyatrların çalışma alanına girmektedir.
Yakın çevre ile dengeli olarak gelişen protein temini olgusu, avcının coğrafi durumuna göre şekillenmiştir. Buna göre basitçe; sulak alan veya deniz kıyısındakiler ağırlıkla su ürünlerine, buna karşılık dağlık-ormanlık alandakiler ise karasal formlara yönelmişlerdir.
Bu yönelim, gerçekte çevrede olan protein kaynaklarının avcı ile olan direkt etkileşiminden doğmuştur.
Bu bağlamdan hareketle, avcılığın veya daha yalın tanımı ile doğa ile yaşamsal etkileşimin yukarıda bahsi geçen fazlara ayrılmasının da günümüzde pek bir anlamı kalmamıştır.
Çağımızda artan insan nüfusu yaşamını sürdürebilmesi için ciddi bir tür çeşitliliğine gerek duymaktadır. Bu, gün be gün gerileyen olgu, hem avı, hem de avcıyı yekından ilgilendirmektedir.
Doğada hiç bir form, basit de olsa bir zincir içinde yer almaksızın var olamaz. İnsanoğlunun da yaşamını sürdürebilmesi için çevresinde, bakterilerden en yüksek organizasyonlu canlılara kadar bir çok formun düzenli etkileşimine gerek duymaktadır.
Bu da besin piramidinin en üst sıralarında yer alan insanoğlunun omzuna, yaşamını devam ettirebilmesi için ciddi bir görev yüklemektedir.
Bu görevin ana unsuru olan yaşamı devam ettirebilmek dürtüsü, her canlıda olduğu gibi insanoğlunun da varoluşunda saklıdır.
Ancak diğer avcı formlar ile farkı mental kimliğinde yatan insanoğlu bir ayrıma gelmiştir.
Bu ayrımda karar vermesi gereken vahşet-avcılık arasındaki ayrımı sağlayan çizgiyi yeryüzündeki sınırsız populasyonu ile dengeleyerek sürdürmek zorundadır.
Bunun yansıması olarak, yurdumuz avcısı da özgüveni ile tüm olumsuzluklara ve tüm ard niyetli dayatmalara rağmen oynanan oyunları bozabilecek niteliktedir.
Yeter ki başkalarının dayatmaları ve yaldızlı illüzyonları yerine, çevresine gören gözlerle bakmayı bilebilsin.

Spor Haberlerinin devamı için.. www.jaglersport.com

23 Ekim 2008 Perşembe

Formula ! devamı >>

Formula 1

Formula 1'in kökleri '. DÜnya savaşı önceki dönemdeki Grand Prix yarışmalarına dayanır. O zamanlarda Mercedes Maserati Alfa Romeo liderlik için kıyasıya rekabet halindeydi.1950 yılında dönemin en önemli yarışları birleştirilerek Formula One Dünya Şampiyonası kurulmuştur. O dönemde yedi yarıştan oluşan -ki bugün en az on altı yarıştır- şampiyona İngiltere,Monaco,İsviçre,Belçika,Fransa,İtalya ve ABD'de ki ünlü Indianapolis 500 yarışından oluşuyordu.İtalyan Nino Farina Formula 1'in ilk şampiyonudur.

"Formula" terimi genel olarak araç üreticileri tarafından izlenmesi gereken kurallar bütününe verilen isimdi. Bukurallar maksimum motor kapasitesini 4,5 litre (araçta 'supercharge' varsa 1,5) litre ile sınırlıyordu. 1 sayısı ise FIA'nın (Dünya Otomobil Federasyonu) tanıdığı motor sporları arasında bu turnıvanın en önemlisi olduğunu gösteren bir ibarettir.

İlerleyen yirmi yılda Formula 1, ilk zamanlardaki yarışçı yarışçı zengin beyefendilerin vakit geçirme meşgalesi kimliğinden çıkıp daha ciddi bir halde bürünmüştür. 1970'lerde ise hızlı bir evrim süresine girerek uluslar arası boyut kazanmış ve bizim şu bildiğimiz anlamda büyük sponsorlar tarafından desteklenen profosyonel takımlar ortaya çıkmıştır. En iyi pilotlar artık sadece sıkı takipçilerin bildiği değil , herkesin giderek aşina olduğu isimler olmaya başlamıştı. 70'lerde Niki Lauda ve James Hunt, 80'lerde ise Alain Prost ve Ayrtın Senna kült sürücüler arasındaydı. Yüzyılın sonuna geldiğimizde F1'in populeritesine ancak Olimpiyatlar ve Dünya Kupası'nın yetişebiliyor olduğunu görebiliyoruz ki bu iki organizasyonda ancak dört yılda bir yapılmaktadır.

Spor Haberlerinin devamı için.. www.jaglersport.com

17 Ekim 2008 Cuma

Spor Hukuku devamı >>

2-Türkiyede Spor Hukukunun tarihsel gelişimi nasıldır?

Spor Hukuku, Avrupa ve Amerikada bu şekilde bağımsız bir hukuk disiplini haline gelir ve kurumsallaşırken; Türkiye, Türk insanı, Türk hukukçusu bu durumu hiç mi görmemiştir. Hayır, böyle bir iddiada bulunmamız son derece yanlış bir yaklaşım olur. Ülkemiz insanı, belki batılılardan dahi önce konuya değinmek istemiş, ancak ilk tespitler kaybolup gitmiştir.
Gerçekten, 1938 ve sonrası yıllarda Türkiyede yayınlanan “ BEDEN TERBİYESİ VE SPOR “ adlı derginin üç sayısında (1940/24, 1941/25, 1941/26) Necdet AZAK imzasıyla ve “SPOR HUKUKU “ başlığı altında bir yazı dizisi bulduk. Dizinin üst başlığı “ SPOR BAKIMINDAN HUKUKİ BİR TETKİK “. Sayın (herhalde şimdilerde merhum) Necdet AZAKın kim olduğunu bilmiyoruz, şimdilik saptayamadık ; ancak ifadelerinden çok değerli bir hukukçu olduğu anlaşılıyor. Spor Hukuku hakkında bundan 64 yıl önceki tespitlerini burada aktarmayı, bir vefa borcu olarak görmekteyiz.
Bir kere Sayın Necdet AZAK, disiplinin adını son derece çağdaş bir şekilde koymuş: SPOR HUKUKU. Derginin üç sayısında toplam yedi sayfa tutan tespitlerinin en çarpıcı noktalarını burada sizlere aynen aktarmak istiyoruz. Necdet AZAK diyor ki : “ Spor ile Hukuku karşılaştırdığımız zaman, acaba ne gibi münasebet halkaları teşekkül eder ? Bu iki kelimenin ilk teması tabii olarak şu iki suale yol açacaktır : 1) Fertlerin spor yapmak hakkı var mıdır ? 2) Spor hukuku diye birşey mevcut mudur ? ............. Filhakika, spora bağlı olarak, insanın bir hakkı vardır ; bu, hoşuna giden bir sporu mertçe, bu spor nevi için memlekette vazedilmiş bulunan kaidelere uygun olarak, yapmak hakkıdır. ............... Şu halde gerek medeni haklar bakımından, gerekse bir şahsiyet olması dolayısıyla, insanın spor yapmak hakkına malik olduğunu kabul etmek lazımdır. ............ Spor hukuku diye bir şeyin mevcut olup olmadığını araştıracak olursak, şayanı dikkat bir vaziyet ile karşılaşmış oluruz. Spor kulüplerinden başlayıp Beden Terbiyesi Genel Direktörlüğüne kadar uzanan muhtelif merhalelerin her birine muvazi olarak yürüyen bir hukuk mefhumu mevcuttur. .............. Bu vaziyette, spor kulüpleri bir cemiyet olarak kabul edilince ve cemiyet de aslında bir içtimai teşekkülden ibaret bulununca, manevi şahsiyeti haiz olan bu topluluğun nefsinde mündemiç bir hukukun da mevcut olması icap edecektir. .............. Filhakika sporlar,... hem iktidar kuvvetine, hem kaideler tedvin etmek salahiyetine, hem de statüye ve hem de hukuki muhtariyete sahiptir. Buna nazaran müessesenin fevri olarak vücuda getirdiği üç nevi hukuk vardır : Disiplin kaideleri şeklinde hukuk, örf ve adet hukuku ve dahili nizamname kaideleri şeklinde hukuk. ............. Şu halde asıl spor hukuku, kulüplerin, ittifakların veya federasyonların dahili nizamnamelerinde ve muhtelif sporlara ait olmak üzere tedvin edilmiş talimatnamelerde kendisini göstermektedir. .............İşaret edilebilecek diğer bir nokta da, medeni kanun, borçlar kanunu, ceza kanunu ve bazı idari kanunlar gibi umumi mahiyetteki mevzuatın spor muamelelerine tatbiki halidir. Bu mevzu dahi başlı başına bir etüdün çerçevesini teşkil edecek mahiyettedir. ..............Açıkça söylenilmesi icap eden ve tetkiklerimiz neticesi mesabesinde bulunan hakikat şudur ki : bugün tam manasile bir spor hukuku mevcuttur ; bu hukuk kendi muhitinde cari olduğu gibi, diğer hukuk sahalarile de mütemadi bir temas halindedir. ............ Bir memlekette, belki de daha geniş olarak bütün dünyada muhtelif sporlara ait örf ve adet kaideleri yavaş, fakat kati bir tekamül seyriyle spor hukukunun bir kısmını teşkil etmişlerdir. Örf ve adet kaideleri sporun teknik kısmında olduğu gibi içtimai cephesinde de tesirlerini gösterir. ...........Spor mevzuuna temas eden bir kanunun mevcut olmadığı devirlerde bile spor hukukuna ait kaidelere tesadüf etmek mümkündü. çünkü spor hukuku kanundan evvel örf ve adete dayanmaktadır. ...............Zamanımızda muhtelif sporlara ait olmak üzere gerek muhtelif memleketlerdeki federasyonlar tarafından, gerekse beynelmilel federasyonlar marifetiyle kaleme alınan nizamnamelerdeki bir çok teknik kaidelerin menşeleri örf ve adete dayanmaktadır. ............. Spor hukukuna iki numaralı kaynak olarak (iradenin muhtariyeti) gösterilebilir. ............ Muayyen bir sporu yapan muhtelif sporcular aza sıfatıyla korporatif bir müessese halinde toplandıkları vakit faaliyet ve münasebetlerini tanzim ve idare etmek üzere müştereken bazı kaideler kabul ederler. Büyük bir anlaşmanın mahsulü olan bu kaideler bir çok cihetten hakiki bir kanun mahiyetini arz etmekte ve bazen de tesir ve şumulleri muhtelif memleketlere kadar uzanmaktadır. .............Federasyonlar ve ittihadlar, bu mevzuun daha şumullü ve canlı numuneleridir. ............. Spor hukukunun kaynaklarını sayarken, bunların arasında bir (kanun)dan da bahsetmiştik. .............Türkiyede henüz bu şekilde mevzuatın mevcut bulunmadığı zamanlarda spor hukukunun hangi kaynaklardan geldiği hakkında bir tetkik yapılsaydı bu tetkikatın neticesi yalnız örf ve adeti ve irade muhtariyetini ortaya koymaktan ibaret olacaktı. ........... Beden Terbiyesi Kanunu da, her istiyenin, istediği şekilde spor ve idman yapmasını kabul etmiyerek, fertlerin şu veya bu şartlar altında ve muayyen bir gayeye ulaşmak üzere spor yapmaları prensibini vazetmiştir. ............. Kanun, her sporun veya bir kaç spor şubesinin teknik, yani kaide bakımından federasyonlara bağlanmalarını amirdir. Federasyonlar, herhangi bir spor şubesinde örf ve adet ile müesses bulunan kaidelerden bazılarını alıp, bazılarını da atmak suretiyle talimatname veya nizamnameler hazırlayabilirler. .............. Kaynakların kanun içinde birleşmeleri mevzuunda yer alabilecek diğer bir nokta da, spor hukukunun iki numaralı kaynağı olan (irade muhtariyeti) nin vaziyetidir............... Bunları bir cümle ile ifade etmek istersek diyebiliriz ki, beden terbiyesi kanunu, bugüne nazaran en son tekamül merhalesini teşkil etmek suretiyle spor hukukunun diğer kaynaklarını kendi çevresinde birleştirir. ....... “.
Yukarıdaki ifadeler 1940 yılına ait, o dönemdeki spor – hukuk ilişkileri ve bilhassa henüz oluşmamış spor hukuku kavramları göz önünde tutulursa, ne denli çağının ilerisinde ve hatta günümüzde, incelemiş olduğumuz Fransızca, İngilizce ve İtalyanca “ spor hukuku “ kitaplarındakinden de daha veciz ifadeler taşıdığını belirtmek isteriz. Şayet bundan 64 yıl önce Necdet Azak ‘ın açmış olduğu yol takip edilmiş, hukuk fakültelerimizde spor hukuku bir disiplin olarak kabul edilmiş olsaydı, bugün belki de dünyanın en ileri spor hukuku teorik ve pratik kavram ve kurumlarına (mevzuat ve kuruluşlarına) sahip olurduk...

Spor Haberlerinin devamı için.. www.jaglersport.com

Spor Kültürü devamı1 >>

Spor Kültürü

Sportif ögelerin tümünde dinlenmek, eğlenmek olduğu kadar aynı zamanda sosyal bir kaynaşma da vardır. Toplumla kaynaşma ve özdeşleşme konusunda spora önemli görevler düşer. Sporun sağladığı bedensel ve ruhsal anlamdaki doyum olanakları, serbest zamanları ve yaşam seviyeleri düzenli olarak artan sanayileşmiş ülkelerin özlemini duyduğu yeni bir yaşam şeklinin ayrılmaz parçasıdır.

İnsanlık tarihinden bu güne değin insanoğlu hep çalışagelmiştir. İlk çağlardan günümüze kadar savaş için çalışmış, barış için çalışmış, kendi egoları olduğu kadar içinde bulundukları toplum için çalışıp durmuşlardır. Peki böyle bir efor kaybı ile bu insanların hepsi spor mu yapıyordu? Sözcüğünün bu günkü tanımına göre tarihte spor ne zaman başlamıştır?

Sporun ne zaman başladığının belirlenmesi hemen, hemen olanaksızdır. Bazı araştırmacılar bu soruya; "Spor insanlığın yer yüzüne yayılması ile başlamıştır." derken, bazıları ise sporu; "İnsanların ilk çağlarda ana babalarından, daha sonra içinde yaşadıkları kavim ve kabilelerden taklit etmek suretiyle öğrenmişler." demektedirler.

İnsanın doğadaki ilk hareketini spor olarak kabul edersek bu konudaki görüşlerin çatıştığını görürüz. Spor vücudu çalıştırmak suretiyle elde edilen güçle bazı işleri yapmak demektir, anlamında kullandığımızda; ilk çağlardan bu güne değin yaptığımız her türlü çalışmanın spor olduğunun kabullenilmesi gerekerdi.

Spor Haberlerinin devamı için.. www.jaglersport.com